Marksizm
Her
ideolojide olduğu gibi ideoloji, ideolojiyi kuranın ismini alır fakat başka
ideologların yorumlarıyla hatırlanır. Öyle ki Marksizm denince artık akla
sadece Karl Marks’ın düşünceleri gelmez, ona getirilen yorumlar akla gelir. Bu
yorumları derecelendirirsek üç çeşit Marksizm ortaya çıkar.
1. Bilimsel
Marksizm
2. Devlet Marksizmi
3. Avam Marksizmi
Bilimsel Marksizm ve Devlet Marksizmi için gereken altyapı
bende bulunmamaktadır. Bundan dolayı sadece avam seviyede Marksizmi
inceleyeceğim.
Tarihsel Materyalizm
Tarihsel
Materyalizm demek, Tarihsel Determinizm’in tersine, bireyin tarihin akışında
iradesinin olmaması demektir. Öyle ki tarih belirli kurallara göre hareket
eder, bundan dolayı nereden geldiği ve nereye gideceği tamamen bellidir, insan
(birey) ise bu tarih dalgasında çırpınıp durur. İnsan Tarihsel Materyalizm ’de
nehir içinde yüzen balık gibidir. Balık nehir içinde ister akıntıya doğru ister
akıntı yönünde yüzer ama nehir yine akacağı yere akar ve böylelikle balığın
ulaşacağı son da nehir tarafından belirlenmiştir zaten. Avam Marksizmi’nde
böyle bir tarih görüşü esastır. Bu tarih görüşünün temelinde ekonomik insan
algısı yatar. Mülkiyet paylaşımı tarihi etkileyen tek faktördür. Her ne kadar
toplumların hareketi tarihi belirlese de birey bu tarihin akışında etkisizdir
ve ister istemez bu tarihten de etkilenir. Öyle ki ben 21. yy ’da değil de 12.
yy ‘da yaşasaydım daha faklı düşünür, daha farklı konuşur, daha farklı
yaşardım.
Avam Marksizmi’nde Tarih
Avam
Marksizmi’nde tarih mülkiyetle başlar. Zaten tarihe güç ve siyasi bakışın
tersine sadece mülkiyet temelli bakılacağını belirtmiştim. İnsanlar mülkiyetten
önce beraber, kardeşçe, uyum içerisinde yaşıyorlardı. Doğa ile uyum içerisinde,
doğaya zarar vermeden, toplayıcılık veya avcılık yaparak yaşamlarını
sürdürüyorlardı. Sonra bir insan toprağı işlemeyi öğrendi ve böylelikle kendine
büyük bir parça toprak sahiplendi. Eski üretim araçları olan toplayıcılık ve
hayvancılık gitmiş artık toprak merkezli bir yaşam söz konusu olmaya
başlamıştır. Toprağı işlemesini bilen ve toprağa “sahip” olan bu insan,
toplayıcılık ve avcılıkla yaşamını sürdüren insanlara egemen oldu ve artık
diğer insanlar onun toprağında çalışmaya başladılar. Üretim aracının değiştiği
ilk dönemde, tarihin başlangıcında sınıfsal ayrımcılık da başlar. Bir tarafta
toprak sahibi, diğer tarafta toprak işleyenler… Üretilen bütün hasılat ise
toprak sahibine gitmek zorundaydı çünkü toprak onun ise ondan elde edilen de
onun olmalıydı. Toprak sahibinin gücü gitgide arttı ve artık toprak işleyenler
onun kölesi konumuna geldiler. Artık toprak sahibi çalışmadan para kazanıyor,
köleler ise onu yaşatmak için çalışıyorlardı.
Lakin
köylüler de bu durumdan rahatsız olmaya başladılar. Ortadaki adaletsizliği fark
eden köleler, kölelik yapmalarının saçmalığını fark ettiler ve hak talebinde
bulundular. Yapılan değişikle artık onlar köle değil “serf” olacaklardı.
Serfler, toprakla alınıp satılan işçilerdi. Bir insana bağlı değillerdi,
toprakla alınıp, toprakla satılıyorlardı.
Köylülerin
serfleşmesi onlar adına bir başarı iken toprak sahipleri de boş durmuyordu.
Toprak sahipleri inanılmaz gelirlere sahip olmuşlardır ve artık
sermayedardırlar. Büyük sermayeleri ile daha fazla toprak alıp daha geniş
alanlara hüküm sürdüler. Toprağı satın alınan toprak sahibi de sınıfsal rejimde
alt sıralara kayıyordu. Böyle olunca sermaye tekelleşti. Yani büyük bir miktar
toprak iki veya üç kişinin oldu ve diğer bütün insanlar bu toprağı işliyordu.
Böylelikle feodalite başladı. Minik kentler kuruldu, bu kentte toprak sahibi
sermayedarlar ve serfler vardı. Feodalite sisteminde bu iki sınıfın arasına
üçüncü bir sınıf girdi. Burjuvalar… Bu insanlar bir kentten aldıklarını diğer
kente satıyor, kentler arası ticaret yapıyorlardı. Burjuva kesmi ne serften
fakir ne de toprak sahibinden zengindi.
Gün geçti
bütün kent burjuvadan alışveriş yapınca burjuvanın gelirleri arttı. Artık
kentin ileri gideni bile burjuvaya borçlu duruma düşmüş bulundu. Sermaye
ticarete yenik düştü. Burjuva kesmi güçlendikçe burjuvaya borcu artan toprak
sahibinin gücü tükendi ve kenti yönetemez duruma düştü. Böylelikle yönetim
burjuvaya kaldı. Burjuva kentin sahibi konumuna yükseldi. Burjuva kenti
yönetirken kentin âlimleri yaptıkları çalışmaları burjuvaya sattı. Artık o
dönemin bilim adamları da tıpkı toprak sahibine çalışan köleler gibi burjuva
için çalışıyordu. Bilim adamlarının bu çalışmaları sonucunda teknoloji açığa
çıktı ve makine üretildi. Üretim aracında yapılan bu büyük değişiklik toplumu
etkileyecekti elbet.
Makineleşmeyle
beraber artık işçinin görevini de makina yapmaya başladı. Eskiden omzunda
baltasıyla gezinen işçinin hiçbir vasfı kalmamış, bir makinenin başında bir
vida sıkarak yaşamını sürdürüyordu. Bu büyük makinalaşma kapitalizmi
beraberinde getirdi. Farkındalık kazanan işçi artık hayatını bir makinanın
başında geçirmek istemedi, isyan etti. Emeğin hâkimiyeti, yani işçi sınıfının
hâkimiyeti ile mülkiyetin ortadan kalktığı, en baştaki, düzen hedeflendi. Bu
hayata komün hayat, yani herkesin kendi elinin emeğini yediği hayat…
Ali Şeriati’ye göre Tarih
Şimdi
anlatacağım tarih felsefesi şahsıma ait olmayıp, İranlı sosyolog Ali
Şeriati’nin kitaplarından anladıklarımdır. Ali Şeriati’ye göre tarih Habil ve
Kabil kıssası ile başlar. Bütün tarih felsefesinin ana dinamikleri de bu
kıssanın içinde bulunabilir.
Habil ve Kabil Kıssası
Habil ve
Kabil Hz. Âdem’in çocuklarıdır. Habil toplayıcılık, avcılık ve hayvancılıkla
yaşamını sürdürürken, Kabil ise çiftçilik yapmaktaydı. Kabil, ona uygun görülen
eşi beğenmeyip Habil’in eşine talip olmuş, bu tartışma ve çatışma Hz. Âdem’e
taşınmıştır. Hz. Âdem’in verdiği karar üzerine Habil ve Kabil Allah’a kurban
sunarlar. Bunun sonucunda Habil en sevdiği ve en değerli gördüğü devesini
kurban ederken, Kabil ise sararmış bir buğday başağı sunar. Lakin Kabil’in
kurbanı kabul edilmez, bundan dolayı da itirazı kabul edilmez. Sonrasında ise
kıssa Kabil’in Habil’i öldürmesiyle son bulur.
Ali Şeriati’ye göre Tarih Felsefesi
Şeriati bu
olayı değerlendirirken Habil’in ve Kabil’in hayatını sürdürmek için
kullandıkları üretim araçlarına dikkat çeker. Habil toplayıcılık ve hayvancılık
yaparken tabiatla uyum içinde yaşar. Aynı zamanda Kabil’in değer verdiği başak
da Kabil’in çiftçilik yaptığını gösterir. Çiftçilik ve tarım aynı Avam
Marksizmi’nde olduğu gibi mülkiyet algısının sonucudur.. Öyle ki o toprağı
sadece Kabil ekip, biçtiği için ondan elde ettiği mülkü de kendisine sayar.
Ondandır ki Kabil, elde ettiklerinin değerlisini kurban etmez, sadece solgun
bir başak kurban eder. Bu da Kabil’in elde ettiklerinin sadece ve sadece
kendisine ait olduğunu düşündüğünün kanıtı olarak gösterilebilir.
Öyle ki bu
kıssada da görülebilir ki Kabil burada üretim araçları yönünden toprak sahibi,
Habil ise burada tabiata uygun yaşam sürdüren, avcı, toplayıcı olarak
görülebilir. Kabil’in Habil’i öldürmesi ise zalimin mazluma karşı aldığı ilk
galibiyettir. Çünkü Habil adaletin sembolü olarak doğru olanı uygularken, Kabil
tabiata karşı geliyor, mülk ediniyor ve burada Habil ise Kabil’in önünde varlığıyla
engel teşkil ediyor. Kabil’in Habil’i öldürmesiyle artık Kabil’in önünde engel
kalmamış oluyor. Şeriati’ye insanlık tarihi artık Kabil’in egemenliği
altındadır. Habilî olanlara artık isyan ve mücadele kalıyor. Artık tarih,
sadece mülkiyet, güç, sermaye ve iktidar üzerinden kendini tanımlayanla hak,
adalet, ortak paylaşım, tabiata uyum güdüsü içerisinde olanların savaşı olmuş
olacaktır.
Şeirati,
mülkiyet algısı üzerinden Marx’ın, cinsellik üzerinden Freud’un temellendirdiği
insanlık tarihine farklı bir bakış açısı olarak şöyle yorumlamaktadır:
Cinsellik ve
mülkiyet algısını bencilliğin ya da beni seçmenin bir sonucu olarak görmeliyiz.
Asıl sorunun, insanlık tarihinde bireyin kişisel çıkarlarını toplumun
gereksinimlerinin önüne koymasıdır. Böyle bir algı bencillikle beraber mülkiyet
algısı ve fayda-çıkar merkezli materyalist bir düşünce algısı ortaya çıkarır.
Bu düşünce ise toplumda sınıflar oluştururken, biz olamayan, herkesin ben
olduğu çatışmacı bir toplum ortaya çıkarır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder