Bir iletişimi
muhabbet, bir evi yuva, bir erkekle bir kadını âşık eden bir şey var. Bu his
öyle bir şey ki, tezahür ettiği öznelerde yer almayan bir şey. Zamanı ve mekânı
olmayan, dolayısıyla matematik, fizik ve biyoloji ile açıklanamayan bir şey.
Sadece sende, bende yani bizde his olarak ortaya çıkan, fakat ikimizin de
bilmediği, bilse bile aktaramadığı, aktarabilse bile anlaşılamayacağı bir şey…
Bir insanın kendi
olabilmesi dışında daha büyük bir değer olabilir mi? Kendi isteklerinin, arzularının,
gayelerinin farkına varması, kendi hakikatinin farkına varması kadar değerli
bir şey olabilir mi? Yaratılma amacını okuyabilmesi ve bu amaçla kendi olarak
var olması kadar büyük bir değer olabilir mi? 0 ile 1 arasındaki sonsuz
mesafeyi kat etmesinden daha büyük bir mucize olabilir mi? Fakat, tek kişi
muhabbet edemez, yuva kuramaz, aşk yaşayamaz. Tek kişi belki kendini bulabilir,
bulduğunu sanabilir, kendine bir Tanrı yaratabilir, ama insanı bulamaz…
Peki ya insan
kendi olmasa, kendi olmayı seçmese, kendinden vazgeçse? Ya insan kendi öznelliğini
terk etse? En azından bir anlığına bunu yapabilmeyi istese?
Bir insan görse,
onun derdini dinlese. Kendinden, derdinden vazgeçip onun derdiyle dertlense.
Kendi için yaptığı yemeği başkasına ikram etse. Kendi olmaktan vazgeçse, en
azından bir anlığına, en azından istese…
Belki o zaman
herkesin kendi olduğu bir pansiyon, bir yuvaya dönüşebilir. Belki o zaman iki
kişi âşık olabilir, sevebilir ve sevişebilir. Belki o zaman nefes alabilir
insan, kendisinden başka varlıkların varlığını ciğerlerinde hissederek.
Aşk dediğimiz
belki de vazgeçmedir. En azından vazgeçebilmedir. O değilse de en azından
vazgeçebilme isteğidir. Gayesinden öznelliğinden, kendiliğinden ve belki de
kendinden…
Peki, insan
Tanrı’ya âşık olabilir mi? Onun için kendinden vazgeçebilir mi? Sanmıyorum.
Tanrı’nın nazarında vazgeçebilecek bir kendiliği olsaydı, belki o zaman
kendinden vazgeçip O’na âşık olabilirdi. Kendinin yok olduğunu bilerek, O’nun
nazarında vazgeçecek bir benliğinin bile olmadığını bilerek O’na âşık olamazdı.
O’na ancak kulluk edebilirdi. O’na kulluk etmek, en yakışık alanıydı…
Belki de insan
çok âşık oldu, kendinden vazgeçerek bitkiyi, hayvanı, insanı, insanları yaşattı
ve kutsadı. Kendinden vazgeçmenin huzuruna erişti. Ve belki de kendinden
vazgeçmesinin manasız kaldığı, kendisinden başka kendiliğin var olmadığı bir
şeyi aradı. Âşık olamayacağı kadar, kendinden vazgeçişinin bile kendini tanımak
olarak tezahür edeceği kadar, karşısında eylemin ve eylemsizliğin aynı noktada
buluşacağı kadar, kendisinin onu kutsayamayacağı kadar kutsal bir şey aradı. Aşkıyla
kutsiyet atfedemeyeceği bir şey…
Ve İnsan,
Tanrı’yı buldu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder