11 Kasım 2018 Pazar

Cella - Benim Yuvam


Muhakkak ben de öleceğim. Ben de öleceğim ve benden sonrakilerinin geçmişi olacağım. Benden sonrakiler, benim içinde tuğla olduğum bir hayatın içinde doğacaklar, kendilerini o hayatın içinde bulacaklar. Kendilerini hayatlarının tuğlalarına, yani bana bakarak tanıyacaklar. Ve öyle ondan sonrakilerinin hayatlarının tuğlaları olacaklar.

Hayatımın tuğlalarına bakıyorum, kendimi tanımak için. Ve görüyor, hissediyor ve öğreniyorum ki, bu tuğlalar üzerime bir hapishane inşa etmemişler. Bu tuğlalar beni soğuktan, fırtınadan, yaşamsal mücadeleden koruyan, duvarlarında pencere olan bir barınak inşa etmişler. Bunu bana tuğlalar anlatıyorlar fakat ben gördüğümde anlıyorum. Görüyorum ki, hayatımı inşa eden tuğlaların üstünde fırtınanın izleri var. Zamanında fırtına içerisinde yaşam mücadelesi veren benden öncekiler, şimdi bir taraflarında soğukla mücadele ederken diğer taraflarında bana sıcak ve huzurlu bir hayat inşa edebilmek için bir araya gelmişler.

Fırtına içerisinde yapayalnız kalmışlar. Ardından bir gaye, onların mücadele kaynağı olmuş. Bu gaye o kadar kuvvetliymiş ki, bazılarını açık pencerenin karşısında intiharın eşiğinden kurtarmış. O kadar kuvvetliymiş ki, bazıları işkence görürken ölmek pahasına bu gayeye tutunmuş. Öyleymiş ki, bazıları yaşam kaynağını satmış onu koruyabilmek için. Tabi ben pencereden dışarı bakıp, tuğlaların bana anlattıkları gayeyi tahayyül ediyorum, sonuçta ben hayatımın içindeyim.

Bana fırtına içindeki mücadelelerini anlatıyorlar, o mücadelede nasıl kendi olduklarını. Edindikleri gayenin kutsiyetini anlatıyorlar. İman ettiklerini anlatıyorlar bana gayeleri içlerine üflendiğinde. Hayatımın duvarlarını yıkmak istiyorum ben de, o tuğlaları yıkıp fırtınada yalnız kalıp o gayeye sahip olmak istiyorum. Üşümek istiyorum, yaşamımla mücadele etmek istiyorum, yapayalnız kalmak istiyorum ki, o gaye benim olsun.

Fakat ben fırtınanın içerisinde yapayalnız değilim. Hiçbir zaman yapayalnız da hissetmedim. Çünkü ben büyürken vatanım, milletim, dinim, devletim, kültürüm, soyum, bütün değerlerim yanımdaydı. O tuğlalar, bana o kadar geniş bir barınak kurmuşlardı ki, bütün değerleri içine sığdırabilmişlerdi her ne kadar zor olsa da… Ben bir neslin gayrimeşru çocuğu olarak ortada bırakılmamıştım, sıcak ve huzurlu bir barınakta; beni ben yapan bütün etkenleri içselleştirerek büyümüştüm.

Muhakkak ben de öleceğim. Ben de bir tuğla olacağım. Peki, benim hakikatim ne olacak? Benim gayem ne olacak? Bana hiç gaye üflenmeyecek mi? Bu huzurlu barınakta hakikati tuğlaların arkasında kovalayabilecekken pısırık bir şekilde ölecek miyim? Barınak duvarında iyi bir tuğla da olamam, fırtınayla hiç mücadele etmedim ki ben. Böyle olmamalı… O yüce gayeye hizmet eden o insanlar, kendilerinden sonrasının kurdukları barınağı çürütmesini hak etmediler…

Sonra barınağın içine baktım. Benim kutsal mücadelem burada olmalıydı! Asıl benim kendim olduğum yer bizatihi burasıydı. Dolayısıyla kendim olmam gereken yer de burası olmalıydı. Eğer ki ben bu barınakta kendim olacaksam, beni ben yapan hayatın bütün değerleri burada gerçekleşmeliydi. Bu barınakta iyilik, doğruluk ve güzellik olmalıydı. Benim barınağımda iyilik, doğruluk ve güzellik olmalıydı! Benden öncekilerin fırtınada mücadeleleriyle var ettikleri ve bana teslim ettikleri barınağım; güzel bir barınak olmalıydı. İçinde iyiliğin yaşandığı, doğrunun konuşulduğu güzel bir barınak… 

Benden sonrakilerinin içine doğduğu bir yuva…

Belki benden sonrakiler beni göremeyecekler. Barınağı barınak yapan tuğla gözükür fakat barınağı yuva yapan huzur hissedilir. Benim gayem o hissi var kılmak olmalıydı!

Ben, barınağımın içine Tanrı’yı getirmeliydim. Öyle getirmeliydim ki, burası Kâbe olmalıydı…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder