4 Ekim 2016 Salı

"15.07.16"

   15 Temmuz gecesi yaşanan darbe girişiminin ardından milletimizin aynı hatayı ikinci kez yapmaması için ülkemizde Devlet - Cemaat ilişkisi yeniden mercek altına alındı. Bu bağlamda Devlet - Cemaat ilişkisinin küçük bir parçası olduğu Devlet - Din ilişkisi de zihinlerde yeniden canlandı. Ne yazık ki; ülkemizin birlik ve beraberliğine zarar verme fiiliyle sonuçlanan, karşıtlık üzerinden beslenen düşünsel altyapıların kaynaklarından biri de Din. Yaşanan darbe girişimi bu durumun taze, reel bir örneği. Bu bağlamda devletimizin bekası ve milletimizin birliği açısından Devlet - Din - Toplum ilişkisini özellikle yaşanan acı tecrübeden sonra ülke Müslümanları olarak incelememiz elzem bir meseledir.

   Ordu - Millet anlayışı üzerine kurulan milletimizde Devlet - Din ilişkisinin en yoğun yaşandığı alan doğal olarak savaş alanıdır. Bu bağlamda Türklerin bir savaşta olası senaryolardaki tartışılmaz sonuçlarda Devlet - Din ilişkimiz hakkında fikir sahibi olmamız mümkündür. 

   Şehadet üzerinden Devlet - Din ilişkisi şu şekilde incelenebilir: Savaş sırasında iki askeri ele alalım. Askerlerden biri komutanının emrini uyguluyor, diğeri komutanının emrinin uygulamasını yerine getirmiyor ve iki asker de eylemleri sırasında ölüyor. Bu bağlamda komutanının emrini uygulayan asker şehit, komutanının emrini uygulamayan asker vatan haini oluyor. Öyle ki; iki askerin nesnel olarak hangi eylemi gerçekleştirdiğinin bir önemi kalmıyor, bir askerin şehit veya vatan haini olduğunun parametresi komutanlarının verdiği emri uygulaması oluyor. Bu bağlamda toplum, komutanın emrini uygulayan askerin şehadetine şahit olurken, Allah katında o asker toplumun rızasını almış şekilde huzura çıkıyor. Dinimizde ise komutanın emrini uygulayan askerimizin şehadetinin, cennetle ödüllendirileceğine dair bir hakikat yatmakta. Senaryoyu özetleyecek olursak; komutanının emrini uygulayan askerin şehadeti, önce komutanın temsil ettiği toplumun rızasını, ardından toplumun temsil ettiği Allah'ın rızasını kazanmakta ve bu durumda Allah'ın rızasını kazanmak ile komutanın emrini uygulamak denk olmaktadır. Yani Din, Devleti referans almaktadır.

   Savaş alanındaki Devlet ve Din arasındaki ciddi bağı tümevarımsal bir düşünce yöntemiyle bütün Devlet yapılanmasına dönüştürürsek, kurumsal yapının kararları Din hükmüne denk bir algılama olacaktır. Devlet ve Din algısını bu düşünce zemini üzerinde inşa etmemiz gerekmektedir.

   Milletimizdeki Devlet - Din ilişkisinde Din, Devleti referans aldığından dolayı Devlet düzenindeki emirler sonuç olarak Din hükmündedir ve bu hakikat muhakkak Devlet yapılanmasının merkezine oturmalıdır. Zira milletimizde, Devlet düzenindeki emirlerin Din hükmünde yer almaması sonuç olarak liyakat sisteminin bozulmasıyla beraber rüşveti, adam kayırmayı ve paralel devlet yapılanmasını doğurduğu bir gerçek.

   Çok şükür devletine bağlılığı tartışılmayacak kadar yüce bir milletin çocuklarıyız. Fakat Devletimizin bekası için Devlet düzenindeki emirlerin Din hükmünde olmasını tehlikeye atacak her türlü hain oluşumun tespiti ve yok edilişi üzerinden bir yöntemle ilerlemedikçe 15 Temmuz sürecinin benzerini bu sefer farklı kişilerle yaşamamız kaçınılmazdır. Millet olarak Devletimizin bekası için Devletin emri dışındaki her hükmü; Dinimize yapılan bir saldırı, Devletimize yönelik hain bir plan ihtimali olarak ele almak vatandaşlık borcumuzdur.

   15 Temmuz sürecinden sonra bu meseleyi cemaatler üzerinden rasyonel bir zeminde ele almak gerekmektedir. Ülkemizde cemaatler, insanlarımızın Dini çeşitli ve farklı şekillerde anlamaları ve yorumlamaları konusunda önemli rol oynamalarına rağmen, bireylerin cemaatlerle arasındaki güçlü duygusal bağ; Devlet yapılanmasında emirlerin uygulanması hususunda bir tehlikeye yol açıyor. Öyle ki, cemaatlerin yaydığı Din anlayışının, Devlet emrini Din hükmünde bulmama ihtimali söz konusu. Bu bağlamda herhangi bir cemaatle bağı olan herhangi bir vatandaşın; Devlet düzenindeki emri mi yoksa cemaatin yaydığı din anlayışının sonucu olan başka bir emri mi uygulayacağı bilinemiyor. Bu bilinmezlik şüphesiz Devlete zarar verirken, cemaat müntesibinin Devlet düzeni içinde bulunduğunda vatan hainliği her daim bir ihtimal olarak bulunuyor.

   Devlet - Cemaat ilişkisinde, cemaatlerin olası bir ihtimalle Devlet emrini Din hükmünde ele almaması onların Devlet bünyesinde yer almamaları için yeterli bir sebeptir. Bu bağlamda cemaatlerle bağı olan vatandaşların Devlet bünyesinde yer almamaları ve Devlete ihanet etmeleri ihtimal dışı bırakılmalıdır.

   Toplum - Cemaat ilişkisi üzerinden cemaat karşıtlığı yöntemi izlemek gerçekliğe uymayarak toptan bir çözüm olarak çözümsüzlüğü doğuracaktır. Cemaatler, Toplumumuzun Din anlayışına çeşitlilikler katması sonucunda Topluma fayda sağlarken, Devlet nezdinde bulunmaları bir tehlikedir. Bu bağlamda Toplum nezdinde bulunmalarına imkan sağlanmalı fakat Devlet nezdinde yer almaları ise bir Milli Güvenlik sorunu olarak ele alınmalıdır.

   Şüphesiz cemaat ile bağı olan vatandaşların tespit edilip Devlet bünyesinde yer almamalarını sağlamak güçlü bir Devlet düzeni ve detaycı bir istihbarat gerektiriyor. Devletin vatandaşı ile kuracağı bu hassas ilişkinin yönteminin nasıllığını tespit etmek üzerime vazife olmamakla beraber haddimi aşıp şahsi çözüm önerimi sunmak isterim:


  • Cemaatlerin kurumsal düzen içerisinde tanımlanamaması, cemaat algısının anayasal ve hukuksal zemine oturmaması cemaatlerin illegal yapılanmasına ve anormal bir şekilde büyümesine yol açıyor. Hukuksal zeminde cemaatler, kurumsal bir sıfata oturtarak onları resmi yollarla takip edilebilir, denetlenebilir kılınmalıdır.
  • Devlet bütün örgütlenmeleri, cemaatleri ve tarikatları bünyesinde bulundurmama kararı almalıdır. Devleti yönetme iddiası ve vatandaşa düşen bu sorumluluk, halihazırda siyasi partiler üzerinden kurumsal ve denetlenebilir bir şekilde yapılmaktadır. Bu kararın işleyebilmesi için öncelikle cemaatlerin kurumsallaşması gerekmektedir. Zira memurların işe alınma sürecinde, vatandaşın cemaatlerle maddi veya manevi bir bağı olup olmadığı kurumsal bir gerçekliğe oturtulmalıdır.
         
   Şüphesiz Devlet'in cemaatlere karşı alacağı bu tutum, cemaatlerin Toplum nezdinde sahip olduğu/olacağı ekonomik ve sosyal gücün de kontrol edilebilir bir seviyeye inmesine yol açacaktır. Bu bağlamda cemaatler Toplum nezdinde bütün farklılıklarıyla var olabilirken, vatandaşın bir cemaate dahil olması toplumsal kimlik üzerinden büyük bir karara tekabül edecektir. Bu vesileyle cemaatler yoluyla yapılan Din istismarına karşı Devlet'in alacağı net tavır, devlet büyüklerinin ve vatandaşların 'kandırılması' konusunda bir engel teşkil edecektir.

17 Temmuz 2016 Pazar

Utanıyorum

   15 Temmuz 2016, Türkiye:

  • Ülkemde darbe girişiminde bulunuldu.
  • Asker yönetime el koydu ve sıkıyönetim ilan edildi.
  • Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, Türk milletine "Sokağa çıkın!" emri verdi.
  •  Ezelden beri hür yaşayan Türk milleti bu emirle yine hür yaşamak için gövdesini darbecilerin sivil halka açtığı silah ateşine siper ederek sokakta vatanına sahip çıktı.
  • Türk milleti iradesini ortaya koydu, darbe vatan hainlerine vurulmuş oldu.
   15 Temmuz 2016, Almanya / Münih, Süheyb Bilici:
  • Okuldan evine geldi.
  • Akşam yemeğini yedi.
  • TRT1'de canlı yanınlanan darbe metnini dinledi.
  • Ailesinin güvende olduğunu öğrendi.
  • 18 Temmuz günü olacak sınava sabah erkenden çalışmak için erkenden uyudu.
   Utanıyorum;
   
   -Utanıyorum çünkü vatanıma, milletime, dinime, devletime ve inandığım bütün değerlere darbe girişiminde bulunuldu ve ben yoktum.

   -Utanıyorum çünkü kahraman Türk milleti mermilerle vurulmasına rağmen, tank altında ezilmesine rağmen iradesini ortaya koydu ve ben yoktum.

   -Utanıyorum çünkü irademi ortaya koyabilecek konumda bile değildim. Ne burnumda barut kokusu, ne de kulağımda bomba sesleri vardı. Çünkü ben yoktum.

   -Utanıyorum çünkü ölümüne iman ettiğimi, kendi varlığımı üzerinden tanımladığımı düşündüğüm vatanım, milletim, dinim, devletim ve bütün milli değerlerime darbe girişiminde bulunuldu ve ben yoktum.

   -Utanıyorum çünkü bütün Türk milleti benim inandığım değerlerin korunması için nöbet tutarken ben yoktum.

   -Utanıyorum çünkü inandığım değerler için şehit olma ihtimalim bile yoktu. Çünkü ben yoktum.


   Elimde inandığım değerlere sımsıkı tutunduğuma dair umut olarak bir tek utancım kaldı.
   Onu da bırakmayacağım.


   Allah utancımın bedelini kahraman Türk milletine hakkıyla ödemeyi nasip etsin!

25 Mart 2016 Cuma

Tarihin Kayıp Türkleri

   Türkler her yerde! Cem Yılmaz'ın da dediği gibi Dünya'da nereye gidersek gidelim bize "Pşşt! Biz de Türküz" diyecek bir sürü henüz fiilen tanışmadığımız insanlarımız var. Fakat 1960'larda çalışmak amaçlı Almanya'ya kutsal göreve giden dedelerimizin torunlarında veyahut torunlarının çocuklarında bu konu biraz daha farklı. O kadar farklı ki Almanya'daki Türklerin gerek Türklerden gerek de Yurt dışındaki Türklerden farklı bir Wikipedia sayfası var. Demek ki farklılar.

   Almanya'daki Türkler doğduktan sonra anaokuluna kadar Türkçe konuşur, öğrenirler. Anaokulunda Almanca öğrenmeye başlayan Almanya'daki Türklerimiz 5-6 yaşlarında her iki dile de ihtiyacını karşılayacak seviyede vakıf olurlar. Anaokulu sırasında bazı evler sadece Türkçe konuşmaya devam ederken, bazı evlerde ise dil paylaşımı yapılmaktadır; öyle ki A kişisi çocuklar ile sadece Türkçe konuşurken B kişisi de sadece Almanca konuşacaktır. Fakat dürüstçe söylemek gerekirse bu iyimser tavır her iki durumda da herkesin Türkçe-Almanca karışık bir dille iletişim kurması sonucunu doğuruyor. Ardından ilkokula başlayan Almanya'daki çocuklarımız okulun tatil olduğu zamanlarda minaresi olmayan apartman camiisinde (!) Kur'an kursuna gidip dini eğitim alıyor.  Bahsettiğim hayat hikayesi Almanya'da Türk kalmaya çalışan Türklerin hayatı olmakla beraber bile isteye asimile olan, Türkçeyi anlamayıp Almanca iletişim kuran bir sürü Türk (!) de var tabii. Fakat konumuz Almanya'daki Türkler.

   Almanya'daki Türkler eğitimini aldıkları Alman mentalitesi ile düşünüyor fakat bir Türk gibi yaşıyorlar. Almanya'da her ne kadar Alman mentalitesine sahip olsalar dahi Türk gibi davrandıklarından dolayı orada yabancı, Türkiye'de ise Türk gibi davransalar da Alman mentalitesine sahip oldukları için "Alamancı" oluyorlar. Bu düalizm içerisinde kaybolan Almanya'daki Türkler ise olacak'ı olan'a bırakıyor, nasıl geliyorsa öyle gidiyor. Bir yerde "Biz de Türkiye'ye dönmeyi düşünüyoruz fakat bir türlü fırsat olmuyor" cümlesini kurarken başka bir yerde "Artık vatanımız Türkiye mi Almanya mı belli değil" cümlesini kuruyorlar. İçinde çelişki barındıran bu durum garip bir şekilde Almanya'daki Türkler arasında atmosferden alınan oksijenle gelen bir his adeta. Öyle ki hepsi bu vaziyette!

   Şüphesiz Almanya'daki Türklerin durumu bu vaziyetten dolayı zarar görüyor. Dilleri yok oluyor! Türkçe, sadece evde ve apartman camiisinde konuşulduğundan dolayı günlük ihtiyaç dışında kullanılmıyor. Çocuklar; ortaokul ve liseyi Almanca okudukları için Almanca dilinde soyutlayabilirken, düşünce üretebilirken; Türkçe'de ise bu konularda yetersiz kalıyorlar. Ürettiği düşüncenin dili Almanca olan Almanya'daki Türkler ise Türkçe düşünce üretememe zaafları apaçık su yüzüne çıkıyor: Öyle ki sosyal ve bilimsel konularda konuştukları Türkçe cümlelerin aslında kafasındaki Almanca düşüncenin Türkçe çevirisi olduğu ile yüzleşmemiz gerekiyor. Şüphesiz Almanya'daki gençlerin ürettikleri Almanca düşünce ile sahip oldukları Türk değerleri çatışacak ve gençler bu ikisi arasında bir tercih yapmak zorunda kalacaktır. Bu karar bir nesil sonra da verilebilir on nesil sonra da. Fakat gün geçtikçe Almanya'daki Türkler değerlerine, düşünceleriyle destek çıkamıyorlar. Bundan dolayı bazıları değerlerinden vazgeçmeye yönelirken, buna cüret edemeyenler ise değerlerini katılaştırıp, dondurup onları putlaştırıyor. Bundan dolayı geçen her saniye Almanya'daki Türkleri sahip oldukları değerlerine biraz daha yabancılaştırıyor!

   Peki neden hala Almanya? Almanya'da yaşamaları onları dilinden, dininden, kültüründen, tarihinden ve kendi milletinin insanlarından alıkoymasına rağmen Almanya'daki Türkler neden hala Almanya'da? Yan komşusu akşam yemeğinde domuz eti yerken, Almanya'da dinini rahatça yaşayamazken, ezan sesi duyamazken, okulda çocuğuna yabancı düşmanlığı yapılırken, Almanya'nın diline, dinine, kültürüne ve tarihine ait bilgileri çocuğu her gün okulda öğrenirken, Almanlaşırken ve Almanlaşmışken... Yediği gıdanın içinde sonrasında domuz jelatini olduğunu öğrenip "Tüh ya, Allah affetsin" demeye ve bu utancı göze almalarını ne sağlıyor? Onları ne Almanya'da tutuyor? Dinleri, dilleri, kültürleri, memleketleri, vatanları, tarihleri, türküleri, yemekleri ve kardeşleri onları Türkiye'de beklerken onları Almanya'da ne tutuyor? Dinimizde, vatanımızda, kültürümüzde ve tarihimizde hangi değerden daha üstün bir değer var ki onlar kendilerini hala Almanya'da konumlandırıyorlar? Neden ölenler vatanlarında değil de hala Almanya'da gömülüyor?

   Sözüm, Gavuristan'da  Türkiye'ye dönme isteği veya inancı gütmeyen bütün Türklere,

   Vatansızlar! Gavuristan'da yaşadıkları hayat ve o hayatın onlara sunduğu imkanlarla gözlerini kapayan Gavuristan'daki Türkler bu uğurda vatanlarından, dillerinden, kültürlerinden ve tarihlerinden vazgeçiyorlar. Gavuristan'nın onlara sunduğu yabancı hakları için, Avrupalı hissedebilmek için, Batıya kendini kabul ettirebilmek için ve en kötüsü, daha refah bir hayat için dedelerinin alın terleriyle yazdıkları o şanlı tarihlerini Batının ellerine tutuşturduğu kapkara bir kalemle karalıyorlar!

   Gavuristan'daki Türk diye bir terim olmaz! Ya Gavuristan silinecek, ya da Türk!