15 Mayıs 2015 Cuma

Kur'an'ı Anlamanın Anlamının Anlamı

    Hz. Peygamberin ölümünden yaklaşık 14 asır sonra Dünya’ya gelen bizler için Kur’an ile olması gereken ilişkimiz çok değerli fakat bir o kadar da muamma. Bu hususta imanın şartlarından biri olan Kur’an’a imanımız için geçirdiğimiz içsel yolculuğa ‘anlamak’ dersek, çok kritik bir soru ile karşı karşıya kalıyoruz: Kur’an nasıl anlaşılmalı?
Kur’an’ın metodolojik olarak anlaşılabilmesi için öncelikle Kur’an’ı anlamanın anlamına muvaffak olunması gerekmektedir. Bundan dolayı Kur’an’ın metodolojik anlaşılması için usül/ilim bilinmesi, öğrenilmesi şarttır.  


   Dücane Cündioğlu’nun “Kur’an’ı Anlamanın Anlamı” kitabında belirtilen usüllerin/ilimlerin sayısı 10’u geçiyor. Buradan da anlaşılabileceği üzere Kur’an, yüksek ilmi birikime sahip bir âlim tarafından anlamlandırılması gerekiyor. Öyle ki âlim zamane Arap toplumu bakımından sosyoloji, ayetlerde olası yan veya mecaz anlam bakımından Arap Edebiyatı gibi nice ilimlerde uzman olmalı ki Kur’an’ı metodolojik olarak anlayabilsin. Aynı zamanda âlim günümüz ekonomisi, hukuku, edebiyatı gibi nice konularda da birikimli olmalıdır ki âlimin anladığı, uygulamaya/çözüme dönüşerek anlam bulabilsin.


   Peki; belirli bir âlimin olmadığı, herkesin kendince bilirkişi olduğu bu dönemde Kur’an nasıl anlaşılmalı?


   Kur’an’ın anlamının, ilim bilmeden yani âlimsiz doğru bir şekilde metodolojik olarak kavranılamayacağını belirttik. Bundan dolayı günümüz Kur’an anlamını arıyorsak eğer, öncelikle günümüz âlim anlamına muvaffak olmamız gerekmektedir. Kısacası Kur’an anlamı; âlimden bağımsız olamayacağından, doğru bir âlim çıkarmak Kur’an’ı en doğru şekilde anlamak için en güvenilir çözüm olacaktır.


   Bu dönemdeki âlimin anlamı ise elbette tarihten bağımsız olmayacaktır hatta âlimin anlamı için tek kaynağımız tarihtir.  Tarihe bakılacak olursa âlimlerine göre 3 dönem vardır.


        1) Hz. Peygamber Dönemi


   Hz. Peygamber döneminde Kur’an’ın anlamı, vahiy ile onaylanmış Peygamberimiz tarafından bizzat yaşanıyordu. O zamanlar Peygamber efendimizin sözleri, davranışları başlı başına hak olduğundan dolayı, toplumsal veya bireysel açıdan hakikati bulmak Peygamber efendimize bakmak ile eşdeğer idi. Bundan dolayı Peygamber efendimiz döneminin âlimleri sahabeler idi.

   Bu dönemde “Kur’an nasıl anlaşılmalı?” diye bir sorun yoktu zira vahiy onlara hitap ediyordu, Peygamber tarafından yaşanıyordu.

       2) İlmi Dönem


   Hicri 2.yy’da ise sahabelerin, sahabe çocuklarının ve torunlarının ölümleri ile birlikte sorunlar ortaya çıkmaya başladı. Aynı zamanda vahiy bağlamından koptuğu için vahiy bağlamına göre anlaşılmakta zorluk çekiliyordu. İlim ise “Kur’an nasıl anlaşılmalı?” sorusu ile doğdu çünkü insanlar hadisleri ve ayetleri nasıl anlamaları gerektiği konusunda sıkıntı yaşıyorlardı. Bununla beraber Hadis usulü, Tefsir usulü, Kelam gibi ilimler ortaya çıktı. Artık vahye muhatap olmamış âlimler, ilim öğrenerek vahiyle anlam üzerinden metodolojik bir ilişki kuruyorlardı.


   Ne var ki bu ilimler, herkes tarafından öğrenilecek, bilinecek ilimler değildi. Böylelikle Kur’an’ın anlamı konusunda halk, âlime tabii olurken onların Kur’an ile olan bağı ise Kur’an’ı yüzünden okumak idi. Peygamber efendimiz ile aynı sözleri söylemiş olmanın rahmeti üzerinden herhangi bir bilgileşme olmadan Kur’an ile ilişki kuruyorlardı. Bu ilişki hiçbir metot gerektirmediğinden oldukça sade ve içtendi. Böylelikle onların imanı, bilgi üzerinden metodolojik değil aşk üzerineydi.


   İlmi dönem, hilafetin sonuna yani Osmanlı’nın yıkılışına kadar devam etti. Bu zamana kadar ilim sahibi bir âlim; Kur’an’ı metodolojik olarak anlamlandırıyor, tefsir yazıyor bununla birlikte halk da âlimin tefsirine tabii oluyorlardı. Durum böyle olunca sosyal alanlardaki tertip, âlim tarafından belirleniyordu ve böylelikle âlim sosyal düzende bir yer ediniyordu. Osmanlı’da âlimin sosyal düzende aldığı konum bakımından örnek olarak kadılar, sosyal düzende oluşan sıkıntılarla bizzat ilgileniyor, hüküm veriyordu ve hükmü halk tarafından kabul ediliyor, uygulanıyordu.
    
       3) Meal Dönemi


   Nitekim âlimin sosyal düzende yer alması, halkın ona tabi olması sonucunu doğuruyordu. Fakat Osmanlı’da halifeliğin resmen kaldırılması ile gelen laiklik sonucunda artık âlimin sosyal düzende yeri kalmamış bulunuyor ki bu da halk tarafından tabii olunan dönemsel bir Kur’an anlamının ortaya çıkmasını engelliyor. Bununla birlikte laiklik ile birlikte Din ile Devlet işlerinin birbirinden ayrılması ise âlimin toplumsal düzendeki yerini yok ediyor. Bunun sonucunda Kur’an’ın anlamı; ilim sahibi biri tarafından ortaya çıkarılsa bile o kişi toplumsal düzeyde âlim vasfına sahip olmadığından dolayı o anlama tabii olunmuyordu. Yani alimin anlamı, anlamını bulmuyordu.


   Toplumsal düzende âlimin varlığını kaybetmesi sonucunda tarihte ikinci kez “Kur’an nasıl anlaşılmalı?” sorusu ortaya çıktı. Modernleşmeyle beraber bireysel Din algısının da etkisiyle Dinin bireysel algılanması sonucunda doğal bir çözüm olarak mantık kullanıldı, zira 20.yy.da dönemsel anlamlandırma yöntemi mantık idi. Mantıksal düşünce sonucunda herkesin Kur’an’ı kendi bildiği gibi anlayabilmesi sonucu çıktı, buna bağlı olarak Meal çalışmaları yapıldı. Tarihte bundan önce hiç meal yazılmamıştı.*  Öyle ki artık her Müslüman, meale bakıp kendi bildiği şekilde, hiçbir üst akıla sormadan, kendince Kur’an’daki anlamı kavrayabilirdi.

   Âlimin tarihteki serüvenine bakacak olursak modernleşme ile birlikte âlimin sosyal düzendeki yerini kaybetmesi Kur’an’ın anlamını bireyden bireye değişebilen, rölatif bir sonuca indirgedi. Bununla birlikte artık Din de sadece bireysel kalan, toplumdan ayrı bir yük konumuna indirgendi. Kur’an’ın anlamı elbette bir ideoloji, bir teori olmayacaktır zira toplum tarafından benimsenmedikçe Kur’an’ın anlamı, anlamını bulmayacaktır. Şüphesiz ki Kur’an’ın en doğru şekilde anlaşılabilmesi için yapılması gereken, sosyal düzende ilmi bir yere oturtmak ve böylelikle halkı âlime tabi kılmaktır. Kur’an’ın anlamı elbet böyle anlamını bulacaktır!

6 Mayıs 2015 Çarşamba

Ahlakın Anlamı



   Ahlak nedir? Bazı davranışlar neden ahlaki veyahut gayri ahlakidir? Muhakkak Ahlak’ın bir anlamı olmalıdır ki bu sorulara bir cevap bulunabilsin. Daha derinden incelenmesi gerekirse anlam nedir? Neleri nasıl anlamlandırıyoruz veyahut bazı şeyleri neden anlamlandıramıyoruz?

   Anlam ikili ilişkiden doğar. Anlam ilişkisinde bir özne, Ben vardır ki anlayan öznedir. Bir de anlamlandırılan nesne, Sen vardır. Anlam Sen’in Ben’deki yansımasıdır. Bundan dolayı anlam Ben’den yani özneden bağımlı olmakla beraber öznel bir veridir. Ortak bir Sen’deki farklı anlamlar ise bu öznellikten kaynaklanmaktadır. Anlamın öznelliğinden dolayı anlam bir değildir, bir olan ise manadır. Her Sen’in kendine münhasır bir manası vardır ve mananın Ben’deki öznel yansıması anlamı oluşturur.

   Nurettin Topçu ahlakın; Ben’in kendinden taşarak Sen’i anlamlandırması, onu kapsayarak kendi içine alması sonucunda Ben ile Sen arasındaki ilişkiden ortaya çıktığını öne sürüyor. Yani ahlak, Ben ile Sen arasındaki anlam ilişkisinden doğmaktadır. Fakat bir anlam ilişkisi nasıl olmalıdır ki ondan ahlak doğmalı? Yani anlamlandırma nasıl ahlaki veyahut ahlak dışı oluyor?

 “Mukayeseler çirkindir” –Muhammed İkbal

   İkbal’in bu sözünü anlam bağlamında incelersek mukayese etmek yani kıyas yapmak; Ben’in, Sen ile kurduğu anlam ilişkisini başka bir değer üzerine inşa etmesi tanımını alıyor. Yani Ben; Sen’deki anlamı direk bir şekilde kurmuyor, üçüncü bir parametre üzerinden açılı bir ilişki kuruyor. Burada ise Sen’deki mananın Ben üzerindeki yansıması ise üçüncü bir parametre üzerinden olacağı için bu açılı anlam çirkin, ahlak dışı oluyor.

   Demek ki Ahlak, Ben ile Sen’deki dosdoğru ve direk ilişkiden ortaya çıkıyor ki bu ilişkiyi üçüncü bir parametre üzerinden kurulduğunda çirkin ve ahlak dışı oluyor. Peki, biz; ailemizi, arkadaşlarımızı ve kısaca "Sen"i ahlaklı bir şekilde anlamlandırabiliyor muyuz? Sen'i başka bir değer yargısıyla kıyaslamadan manası ile dosdoğru bir ilişki kuruyor muyuz? Sen'i dış görünüşten, paradan ve statüden uzak bir şekilde kendimize yansıtabiliyor muyuz?

   Sen'i anlamlandırma hususunda Sen ile Ben arasındaki özel ilişki dışarısındaki her karşılaştırma unsuru, Sen'e ve Sen ile Ben arasındaki ilişkiye ahlaksızlıktır. Öyle ki, bu hususta elde edilen anlam, mananın Ben'deki kişisel yansıması değil; toplum değerleri ve kişisel duyular/hazlar sonucunda kazanılmış olacaktır ki bu da onu değersiz yapacaktır. Sen'i, ahlaklı ve doğru bir şekilde anlamak ise elbette Ben ve Sen arasında kurulacak sağlam sorumluluk ilişkisinden doğacaktır. Aksi takdirde Sen'in Ben'deki anlamı, Sen temelli değil üçüncü parametreye göre olacaktır.

   İnsanın ahlaklı bir şekilde anlaması en zor Sen ise kendisidir. Öyle ki, bu zamana kadar ailesine, arkadaşlarına kısacası çevresine yansıttığı Ben'i şimdi kendi anlamak durumundadır. Burada oluşan bağ ise Ben ile ben arasındaki bağdır. Eğer ki insan bu ilişkiyi de ahlaklı bir şekilde; para ve statü gibi üçüncü parametreler olmadan, sadece kendini anlama gayreti ile anlam ilişkisini kurarsa, işte o zaman insan Benlik idrakini kavramış olur. Böylelikle insan Benlik idraki ile artık kendi manasını ahlaklı bir şekilde anlamlandırmış olur.

   Benlik idrakini tamamlamış insan ise anlamlandırmanın en yüce, en yüksek seviyesine ulaşmıştır ki artık Ben, âşık olmuştur. Ben, artık her manadaki hakikati direk bir anlamlandırma ile aşki seviyede dosdoğru bir şekilde kendine yansıtmıştır. Hakikat ile kurulan bu direk bağa aşık olan Ben, kendini aşarak başka Sen’ler bulmak ve onlarda yatan hakikat ile dosdoğru bağ kurmak ister. Ardından ise Ben, her seferinde kendisine dönerek tekrardan ve tekrardan Ben’i ile ahlaklı ilişki kurarak yeniden Benlik idrakine kavuşur. İşte Benlik idrakine kavuşmuş şahsiyette Ahlak’ın anlamı yatmaktadır. O kişi artık Ahlak’ın ta kendisi olmuştur ve onunla kurulacak direk ve ahlaklı anlam ilişkisi bize Ahlak’ın anlamını verecektir. Bu yönden bakılacak olursa Peygamber efendimizin sünneti Ahlak’ın manası, bizim Peygamber efendimizin sünnetine tabi olmamız ise Ahlak’ın bizdeki anlamına tekabül ediyor.